26 Haziran 2021 Cumartesi

Josef Mengele

         Görmeye olan inanç, kendisi değişmediği halde baktıkça farklı görünen nesneleri görsek bile değişmez. Veya duymaya, veya dokunmaya, veya koklamaya... İnsanın bedenine olan inancı bir hayli kuvvetlidir. Karanlığa bile yürür, sıcakta bile koşar, duymasa bile dinleyebilir. Ne kadar kuvvetli olursa olsun kırılgandır. Hastaneler bedenlerine olan inançlarını kaybetmiş insanlarla dolu. Yerine konamayacak, bu şekilde yaşanmaya alışılması gereken, yeni inançlarla dolu. 

        Amaç uğrunalık da bedene olan inanç gibi bir hayli kuvvetlidir. Fakat beden inancı ne kadar kırılgansa amaç uğrunalık inancı o kadar dayanıklıdır. Bu yüzden bütün kötülüklerin anasıdır. Tarih boyunca okuduğumuz bütün vahşetler amaç uğrunalığın eserleridir. Din, bilim, siyaset, güç, politika vahşetlerinin hepsi bir amaç uğruna olmuştur. Ahlak gözünü kapadıysa amaç uğrunadır. Kalp taşlaşmışsa amaç uğrunadır. İnsan insanı ezmişse amaç uğruna, kahramanlık yapmışsa amaç uğrunadır. Ayağa kalkmışsa, tövbe etmişse amaç uğrunadır. 

        Bu yazı da bir amaç uğruna yazıldı. Kendime bir hatırlatma olarak yazıldı. Amaç uğruna olmayan bir yaşam çok rahattı. Benden bir şey almadı bana bir şey katmadı. Her gün diğerinin aynısıydı fakat her günü yeniden yaşadım. Düşünce ve davranışlarıma dikkat kesilmek zorunda hissetmedim. Ağzımdan çıkan hiçbir kelimeyi hatırlamıyorum. Hayat daha berrak görünmedi gözüme. Amaç uğruna girdiğim amaç uğrunasız yaşamın bir amaç uğruna olduğunu unuttum. Son bir senemi tarif etmem gerekirse çarşaf gibi düz ama bir o kadar da puslu diyebilirim. Derin bir boşluk. Kesinlikle küçük değil. Aksine tüyler ürpertici bir büyüklükte. Mantıklı bir insan için zerre çekiciliği yok. Ama orada beni çeken bir şey var. Orayı çözmem gerekiyor. 




1 Mayıs 2021 Cumartesi

27y4a18g

     Analitik geometrinin varoluşuma katkısını inceledim bu gece. Elimizdeki en büyük belirsiz değerleri yaratan şeyi zaman olarak görüyorum. Kader, ölüm, şans vs. hepsi zamanın eseri benim için. Bütün bilinmezlerimizi, yani zamanı x aksı üzerine yerleştirdim ve sonsuz olarak bütün değerleri alabileceğini kabul ettim. Hayatın 3 boyutlusuna paramız yetmediği için kalan y aksı içine ise değerlenebilir parametreleri yerleştirmek kaldı. Zaman içermeyen herhangi bir şey bu aks üzerine yerleştirilebilir. Duygusundan eylemine, kaleminden kağıdına, sarısından beyazına her şey... 

     Y aksında elime işte burada diyebileceğim herhangi bir nokta geçtiği anda zaman çizelgesine bunu oturtup ben burada vardım diyebilirim. Sonuç olarak bu aksta kendimize bir nokra bulmak gerek. Emin bile olamadığımız duygularımızdan, kırılıp kırılmayacağını bilmediğimiz kalemimize; doğaya karışacağına inanmak istemediğimiz yazılarımızdan, ne zaman solacağını bilmediğimiz beyazlığımıza kadar muallak bu dünyada elimize bir nokra olarak geçirecek şey bulmak zor gibi gelmişti başta. Ta ki tepe noktalarını yaşayana kadar. İnsan kendi tepe noktasını bulduğunda işte orada o anda o durumda ben vardım diyebiliyor. 

     Tepe noktasının tepe noktası olduğunu bilmek ise kendime edindiğim, öğrenebildiğim, belki de tek yeteneğim. Bir şeye tepe noktası demek de geriye kalan her şey gibi oldukça muallak olmalı halbuki. Cosla vanish oxi reklamı gibi beyazdan daha beyazı vardır. Acıdan daha acısı veya uzun ömürlü çinko karbon pillerden daha uzun ömürlüsü vardır. Benim hayatımda ise bundan daha unutulmaz bir şey olmadı veya olmayacak. Ben o anın, o tepe noktasının y aksında alabileceği en yüksek değeri gördüğümü biliyorum. Ben o an vardım. Ben o an varsam hâlâ varımdır. Ben hâlâ varsam şu anda buradayımdır. Eğer buradaysam zaman geçiyordur. Zaman geçiyorsa geç kalmamak gerek. 




20 Nisan 2021 Salı

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz

         Yaşar bir gün yaşar bir gün yaşamaz. Vakit ne kadar biçilmişse kaftanına, ölüm ne ektiyse kalanlarına, Yaşar ne bulduysa bu dünyada, kemiğine o kadar işlemiş dünyamızın bu kader kökleri. Ellerimdeki nasırları vücudumun parçası yapana kadar can suyu versem bile canlanma olasılığı olmayan bu kökler bugün çatır çatır çatırdadı. Bugün kaderden hâneme büyük bir borç devraldım. Bugün ellerime sığmayacak kadar büyük bir ant içtim, Bugün ecelden izin kağıdı aldım. Bugün güç için acıdan, dayanmak için şişmanlığımdan keyif aldım.




21 Şubat 2021 Pazar

Memento Mori

      Aynı dili farklı konuşmaya çalışmaktan sıkıldığımı yazmak için geçtim klavyenin başına. Katakulli seven zihinleri iblisle yatağa sokmaya geldim.

            İyi ve kötü, doğru ve yanlış hepsi birer meyveydi. Adem bunları mideye indirdi. Bokundaki tohum toprağa değdi ikiye bölündü. Biri yerden yukarı yükseldi biri yerin dibine girdi. Araya zaman girdi ve yaşam bilindi. Yaşamın büyüsü Adem, Adem'in büyüsü dildi. Dil ne boktan iyiydi, ne de bok kadar kötü. Ya vücut meyveyi sindiremedi ya da meyve sindirilmek istemedi. Sonuçta Adem yediği meyveyi bir türlü sindiremedi, meyve toprağa karıştı gitti, bize bok yemek düştü ve yedik. Gelgelelim biz ne bok yedik demedik. Biz boku iyi mi yedik kötü mü yedik onu merak ettik.




26 Kasım 2020 Perşembe

Spin Kuantum

        Yararıma hizmet etmeyen hiçbir beceri başarı değildir. Yapabilme öngörüsü bilgi ile harmanlandığında heves kırar. Teoriden pratiğe uygulama isteği yok olur. Pratiğini izleyerek öğrenilen bilgi beceriye dönüşür. Beceriyi kullanmak bana faydalı olduğu derece beceridir. Yaratıcılık ve beceriklilik kişilik özellikleridir. Yaratmak bana faydalı olmasa da yaratmaktır. Fikirden pratiğe dökülen uygulama yaratmanın başlangıcıdır. Pratikte başarılı geri dönütler aldıkça deney yapma isteği artar. Yapabilme öngörüsü deneylerle harmanlandıkça heves artar. Yararıma hizmet etmese de yaratmak bir başarıdır.

        Yararıma hizmet etmese de yaratmak bir başarıdır. Yapabilme öngörüsü deneylerle harmanlandıkça heves artar. Pratikte başarılı geri dönütler aldıkça deney yapma isteği artar. Fikirden pratiğe dökülen uygulama yaratmanın başlangıcıdır. Yaratmak bana faydalı olmasa da yaratmaktır. Yaratıcılık ve beceriklilik kişilik özellikleridir. Beceriyi kullanmak bana faydalı olduğu derece beceridir. Pratiğini izleyerek öğrenilen bilgi beceriye dönüşür. Teoriden pratiğe uygulama isteği yok olur. Yapabilme öngörüsü bilgi ile harmanlandığında heves kırar. Yararıma hizmet etmeyen hiçbir beceri başarı değildir.



25 Eylül 2020 Cuma

Somebody Please! Get This Man A Gun

      Seçilmiş kişilik delüzyonu sonu gelmeyen bir tarih tekerrürüdür. Nasıl olduysa artık seçilmiş kişi olmaya dair kişisel kanaatler geride kalmış, seçilmiş kişilerin olacağı ve geleceğine dair kanaatler de artmış. Tek tanrılı dinler ve özellikle de peygamberliğin sonu olduğunu vaat eden İslamiyet bile bu delüzyonun önüne geçememiş. Seçilmiş kişi arama delüzyonunu eskiden çaresiz anların, çaresizlik hissinin bir dışavurumu olarak görüyordum. Şimdilerde ise popülarite ve fanatizmin de delüzyonel olduğunu düşünüyorum. Popüler bulunan ve tarafını seçtiğin şeylerle oluşturulmuş bir kimliğimiz bile var. Hepsi sosyal medya kurumlarının depolarında. Bu kimlikler veya karakterler öyle büyük bir sanrı ki başka bir insanı bununla tanıyabilir, bunlara göre bir kişiyi yargılayabilir hatta bunlarla insanlara karşı bir duruş sergileyebilirsiniz.

     Fanatizmin konusu kişiler olunca aklım almıyor. İnsanın hayatını hiç etkilemeyecek şeyler üstüne yaptığı tüm düşünsel aktivite kısıtlı ve keyif verici olmalı. Fanatizmin kendisinin kötü olup olmadığı tartışması bir yana dursun. Hayran olunan kişi ve kişiler tartışma konusuyken kendine ne kattığı konusu hiç bu tartışmanın içinden geçmiyorsa burada bir gariplik var diye düşünürüm. Sonuçta bana göre bir başkasının hayatını kendi önüne almakla aynı şeydir. Zamanında Hitler'i savunan bir Alman bile kendi menfaatini de içeren bir ideolojiyi savunuyordu en nihayetinde. Günümüzde ise sırf çirkin o dedim diye bana çirkin olmadığını savunacak ve hayatlarında onunla hiç denk gelmemiş Kıvanç Tatlıtuğ hayranları var. Bu güç! Hitler'de bile yoktu. 

     Köklerimizden gelen bu delüzyon, Tanrıyı nasıl var ettiğimiz sorusuyla başlar ve Eyes Wide Shut filmine kadar gider. Benim değinmek istediğim ise eski bir hikayedir. Anka kuşunun, Simurg'un hikayesi. Hikayede anka kuşundan çare bekleyip, bulamayınca onu aramaya giden kuşların yolculuğunu anlatır. Bütün kuşlar Kaf Dağı'nın ardına 7 zorlu vadiyi aşarak gitmeye çalışır ve hepsi yolda telef olur. 7 vadiyi de geçen son 30 kuş farkederler ki anka kuşu diye bir kuş yoktur, anka kuşu aslında kendileridir. Hikaye o kadar trajikomiktir ki kuşlar delüzyondan delüzyona geçiş yapıyorlar. Bütün kuş ırkının yok edemediği bir felaketi 30 kuş yok edecekmiş gibi kendilerini anka ilan ediyorlar. Yapılan yolculuktaki 7 vadinin de irade, aşk, zevk vs. üstesinden gelince insanı geliştirecek 7 özellik olduğu düşünülüyor. Kişiyi seçilmiş kişi bekleme delüzyonundan alıp bizzat kendisi seçilmiş kişiymiş delüzyonuna kapılması için mükemmel bir hikaye. Geçmişten gelen bu gazlayıcı hikayenin günümüzden farkı tek delüzyonun olması. Kişi ya seçilmiş kişi bekler ya da olur. Şimdilerde ise insanlar hem seçilmiş kişiyi bulmaya hem de olmaya çalışıyor. Hem bir tapınma hem de bir benzeşme çabası var. Gelecek nesillere aktaracak hikeyelerimiz Simurg'un hikayesinin yanında içler acısı mı kalacak yoksa kendiliğin olması gereken normal bir şey olduğu toplumu mu inşa edeceğiz merakla bekliyorum.






9 Eylül 2020 Çarşamba

Adem Manâya Derler Surat ile Kaş Değil

     Otopsi odasında merakla etrafa bakan gözleri ve nasıl bir vakaya denk geleceğimizle ilgili fısıldaşmaları çok iyi hatırlıyorum. Kurşunlanmış maktul odaya girdiğinde ölü gibi bakan gözlerin gerçekten ne anlama geldiğini öğrenmiştim. Kalabalığın içindeki uğultu, tiksinti ve korkuyla merak arasında gidip gelen havanın arasında içimi ürperten, beni düşündüren tek şey maktulün bakışlarıydı. Empati veya özdeşim yaptığımı hatırlıyorum. Düşünmeye daldığım anda bakışlarımda hissettiğim boşluğun ve başka dünyalara geçmenin böyle bir şey olduğunu düşünüyordum. Ta ki o ana kadar. Yan masaya yeni doğan bir bebek yatırılana kadar. Herkesin içindeki acıma hissinin tavan yaptığı bir andı. Bu cesedin kesilip parçalanacak olmasını geçtim, ceset olmasını bile kaldıramayacak yüzler vardı etrafımda. Sanırım 5 dakikadan daha az bir sürede oldu olan. Teknisyenin kafa derisini soyup, kafatasını açmasının ardından acıma duygusu ile dolu olan bir grup öğrencinin bebeğin iç organlarını merakla incelemeye başlaması. Profesyonel olmaya çalışma zorlantısının ötesinde bir şey gördüm. Bir canlının suretini veya şeklini kaybetmesiyle bütün hislerin yok olduğunu gördüm.
     Yaşam boyunca gözlerimiz bol bol et ürünü görmektedir, çiğ veya pişmiş. Göze neredeyse hiç batmayan bu görüntü alışkanlıktan mı bu hale geldi veya suretlerle hiç karşılaşmadığımız için mi bu kadar rahatız? O an aklıma gelen soru buydu. Hayat içinde kendi hayvanını yetiştirip sadece onların etini yiyebilme kotası koysaydık inanıyorum ki şu zamankinden kat kat daha fazla vejeteryan insanla karşılaşırdık. Başkası bizim için bu suretlerin icabına baktığında nasıl rahat hissediyoruz ama kendimizi. Kötü veya tiksinç eylemlerin maşası olmaktan kurtulma rahatlaması. Öldürme güdüsü veya katil olma düşüncesinden arınmak bu kadar önemli mi, veya ne kadar önemli?
      Toplumda, hukukta kozmetik olarak fazlasıyla önemi olan insan suretinin artık sadece kozmetik  olarak değil fonksiyonel olarak da hayati bir önemi olduğunu düşünmeye başladım. Beyin, karaciğer, böbrek kadar önemli ve insanı hayatta tutan bir organ. İnsanların sadece güzellik veya çirkinlikle sıfatlandırmasından öte empatisi yapılacak bir canlı veya harcanabilecek bir et parçası olarak görme ayrımını sağlayan bir organ. İnsanların içindeki Kâbil'den bizi koruyan kalkanımız. Fazlasıyla abartılı olan bu iddiamın tek dayanağı ise kendi farkındalığımdır. İçimdeki Kâbil'i izlemek bana yetecek, bolca delil sundu bu zamana kadar. Ne kadar görsem de göreyim Kâbil hala orada bir yerlerde. Habil ve Kâbil ile Adem olduk, cümleye server olduk. Belki içimizdekilere sırdır deyip geçtik, gayre hiç bakmadık. Bu hiç hoş değil.