26 Haziran 2020 Cuma

Kvasirin Mührü

     Süperegonun kırbacından kaçamadığımız durumlar pingpong topuna benzer. İki raket arasında gidip geldikçe nihayetinde bir skora varmak zorunda kalır insanoğlu. Bu kırbacın acısını,kaygısını omuzlayacak insanoğlu görülmemiştir herhalde. Kafamda örnekleyebileceğim tüm senaryolarda, ahlakına ters düşen davranışta bulunan insan her zaman yaşadığı acıdan kurtulmaya çalışır.
     Narsist bir insanı ele alalım. Böyle insanlar genelde ahlak yoksunu gibi görünür ama hepsinde duyarlı bir yan vardır diye gözlemledim. Bu insanları böyle yapan o anki davranışları değil de bu davranışın arkasından gösterdikleri izlenimler böyle yapıyor diye düşünüyorum. Narsist insanın süperegoyla yüzleşme yöntemi daha çok kendini yücelterek kırbaç değdirmeme üzerinedir. Yani bulunduğu durumda hatalı veya haksız olduğunu kabul etmeyecek düzeyde yücelttiği benliğiyle süperegonun kırbacından da kurtulmuştur.
     İyilik meleği dediğim, narsistin zıttı, özverici olan kişiler ise süperegoyla temasa bile geçmeden bu acıdan sıyrılır. Bu acı kırbacın yakıcı darbesindense olup biteni engellemek için sürekli af dilenen veya her şeyden özür dileyen tipler olarak düşünebiliriz. Kendisiyle alakası olmayan meseleler için bile kendini yargılayabilen insanlardır bunlar. Sonuç olarak uzakta görünen kırbacın ucu bile yeter bu insanların süperegoya boyun eğmesine.
     İşte bahsettiğim pingpong topu ise bu iki insan tipinin arasında gidip gelen tiplerdir. Aslında insanı sıfır veya bir olarak görmeyi sevmem ve doğru bulmam. Bu yüzden de tüm insanlığı pingpong topu gibi görürüm. Süperegoya karşı veya acıya,kaygıya karşı durduğumuz bu durumlar çok karmaşıktır. Ama bu yolun başı ve sonu hep aynıdır. Her seferinde ahlakımıza uygunsuz bir şey yaparız ve her seferinde kendimizi yargılarız. Bu yargıdan kurtulmanın yolları ise bizim diplomatik yanımızdır. Af dileyenler ve kendini savunanlar arasında gider geliriz. Maddi-manevi karşılıklar, özür dilemeler, kısaslar gibi yöntemlerle af dilerken; insanlar, bilim, örnekler gibi şeyleri göstererek de kendimizi savunuruz. Ne yaparsak yapalım benlik kendini oluşturmaya ve değiştirmeye devam eder. Tecrübe edinmek de var işin ucunda fikirlerini sağlamlaştırmak da. Ne olursa olsun benliğin ilerleyici doğası hiç değişmeyecek gibi geliyor bana. Bu ilerlemenin nedeni ise garip bir muamma.


15 Haziran 2020 Pazartesi

Talking Cat Tom





    Duygularımı ifade etme konusunda herhangi bir seçim yaptığımı veya bu hakka sahip olduğumu bile hatırlamıyorum. İçimden gelen her şeyi ortaya koyan biri olarak bu çelişkinin içeriğini masaya yatırmak istiyorum. İçimden geleni ortaya koyan biri olmaktan kastım patavatsızlık derecesinde bile sayılabilir. Fakat işin içine bir duygu karıştığı zaman hep sessiz kalıyorum. Bu sessizlik bir tercihten öte bir çeşit kilitlenme gibi. Mantıkla yeri ve zamanına göre eylemde bulunmak gibi değil de daha çok olması gereken gibi ortaya çıkıyor. Duygunun iyimser veya kötümser olması arasında iyimserler tarafında ağırlık bastığını düşünüyorum. Sevinç ve mutluluğumu daha az ortaya koymaya alışmışım. Eskiden beri kimseyi kırmamak için her şeye kafa sallarken bunun yanlış olduğunun farkına vardım. İçimdeki bu kötümser duyguları ortaya koymak için deneme yanılma ile kendimi eğitirken, iyimser duyguları ortaya koyma konusunda hiç kafa yormamıştım.

     İyimser veya kötümser olsun, ortaya konmayan bu duyguların hepsinin içinde birer enerji saklı diye düşünüyorum. Geriye doğru tarayarak düşünürsek, gereksiz yerlerde ve aşırı biçimde duygularımı boşalttığım olaylar oldu. Bu olaylar yersiz ve aşırı nefret,sevinç,öfke,mutluluk vs. içeren tipte olaylardı. Her şeye soğukkanlılıkla yaklaşmaya alışık olan ben için bile tekrar bakınca garip görünen durumlardı diyebilirim. Bu olayların ortaya konamamış duyguların enerjilerinin deşarj edilmesi olduğunu düşünüyorum. Keza rüyalarım da aşırı aksiyonlu hale geldi. Şimdi bir seçim yapmam gerek. Doğru zamanda doğru enerji deşarjlarına mı öğrenmeliyim yoksa bu enerji deşarjlarını belirlediğim başka durumlara mı yöneltmeliyim?