9 Eylül 2020 Çarşamba

Adem Manâya Derler Surat ile Kaş Değil

     Otopsi odasında merakla etrafa bakan gözleri ve nasıl bir vakaya denk geleceğimizle ilgili fısıldaşmaları çok iyi hatırlıyorum. Kurşunlanmış maktul odaya girdiğinde ölü gibi bakan gözlerin gerçekten ne anlama geldiğini öğrenmiştim. Kalabalığın içindeki uğultu, tiksinti ve korkuyla merak arasında gidip gelen havanın arasında içimi ürperten, beni düşündüren tek şey maktulün bakışlarıydı. Empati veya özdeşim yaptığımı hatırlıyorum. Düşünmeye daldığım anda bakışlarımda hissettiğim boşluğun ve başka dünyalara geçmenin böyle bir şey olduğunu düşünüyordum. Ta ki o ana kadar. Yan masaya yeni doğan bir bebek yatırılana kadar. Herkesin içindeki acıma hissinin tavan yaptığı bir andı. Bu cesedin kesilip parçalanacak olmasını geçtim, ceset olmasını bile kaldıramayacak yüzler vardı etrafımda. Sanırım 5 dakikadan daha az bir sürede oldu olan. Teknisyenin kafa derisini soyup, kafatasını açmasının ardından acıma duygusu ile dolu olan bir grup öğrencinin bebeğin iç organlarını merakla incelemeye başlaması. Profesyonel olmaya çalışma zorlantısının ötesinde bir şey gördüm. Bir canlının suretini veya şeklini kaybetmesiyle bütün hislerin yok olduğunu gördüm.
     Yaşam boyunca gözlerimiz bol bol et ürünü görmektedir, çiğ veya pişmiş. Göze neredeyse hiç batmayan bu görüntü alışkanlıktan mı bu hale geldi veya suretlerle hiç karşılaşmadığımız için mi bu kadar rahatız? O an aklıma gelen soru buydu. Hayat içinde kendi hayvanını yetiştirip sadece onların etini yiyebilme kotası koysaydık inanıyorum ki şu zamankinden kat kat daha fazla vejeteryan insanla karşılaşırdık. Başkası bizim için bu suretlerin icabına baktığında nasıl rahat hissediyoruz ama kendimizi. Kötü veya tiksinç eylemlerin maşası olmaktan kurtulma rahatlaması. Öldürme güdüsü veya katil olma düşüncesinden arınmak bu kadar önemli mi, veya ne kadar önemli?
      Toplumda, hukukta kozmetik olarak fazlasıyla önemi olan insan suretinin artık sadece kozmetik  olarak değil fonksiyonel olarak da hayati bir önemi olduğunu düşünmeye başladım. Beyin, karaciğer, böbrek kadar önemli ve insanı hayatta tutan bir organ. İnsanların sadece güzellik veya çirkinlikle sıfatlandırmasından öte empatisi yapılacak bir canlı veya harcanabilecek bir et parçası olarak görme ayrımını sağlayan bir organ. İnsanların içindeki Kâbil'den bizi koruyan kalkanımız. Fazlasıyla abartılı olan bu iddiamın tek dayanağı ise kendi farkındalığımdır. İçimdeki Kâbil'i izlemek bana yetecek, bolca delil sundu bu zamana kadar. Ne kadar görsem de göreyim Kâbil hala orada bir yerlerde. Habil ve Kâbil ile Adem olduk, cümleye server olduk. Belki içimizdekilere sırdır deyip geçtik, gayre hiç bakmadık. Bu hiç hoş değil.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder