23 Nisan 2020 Perşembe

Hazzın Nameleri

     Nesnesine ulaşan dürtünün doyumu, ilişkilerin cicim aylarına benzer. Hazzın dorukları yaşanır, hiç bitmeyecekmişçesine mutlu hissedilir ve mantık sahne arkasına geçer. Bütün bunların ise bir öncesi ve bir sonrası vardır. Nesneye ulaşana kadar geçilen yollarla, doyumdan sonra bekleyen gelecek. Schopenhauer reisin akılcılığının, kötümserliğe yorumlanması da buralara dikkat çekmesiyle olmuştur diye düşünüyorum. Çünkü haz anı o kadar tatlıdır ki bırakın o anın eleştirisini, önünün arkasının eleştirisini bile duymak istemez insan. Paha biçemeyeceğim kadar değerli bir şeyin bana ederi gösterilse veya aynı şeyin bana son kullanma tarihi hatırlatılsa ben de üzülürdüm.
     Haz öncesi dönem bir çok şey yaparız. Nesneye yatırım yaparız, ulaşmak için çaba gösteririz veya bir ödün verir bir değeri yükleriz. Ne yaparsak yapalım bu zaman diliminde haz simülasyonlarından birer doz alırız. Benim değinmek istediğim kısım burası. Yani bu bağımlılık gibi akan bir serüven. Ufak ufak dozlarla artan şekilde doyumlara ulaşıp en sonunda sizi muhtemelen öldürmeyecek bir altın vuruşa ulaşmak gibi. Kendimize lezzetli bir soslu makarna yapacağımızı düşünelim. Bir öğün vaktine yaklaştığımızı yani aç olduğumuzu da eklersek sadece kafanızdan geçen bu öğünün menüsünün ne olduğuna karar verme aşamasında haz simülasyonu başlamış demektir. Herhangi bir fikir bilinçte alelade ortaya çıkmayacağı için biyolojik, psikolojik veya sosyolojik olarak hangi açıdan bakarsanız bakın doyuma ulaşmak isteyen dürtü size nesnesini göstermiş ve bundan haz alacağınız sinyalini size vermiştir. Bu ufak simülasyonun peşine gerekli malzemelere sahip olup olmadığınız, hangi sosu seçeceğiniz vs. gibi detaylı sorular eklenip dallanıp budaklanır. Bu her sorunun cevabı kafanızda yeni düşünceler, görüntüler yaratır ve böylece her adımda haz simülasyonu giderek artar. En sonunda karar kıldığınız menü hayalinizde canlanmaya başlayınca salyanıza hakim olamayabilirsiniz, burnunuza kokular geliyor geliyor gibi hissedebilirsiniz ve hatta sanki yemeği yiyormuşçasına hayale kapılıp duyduğunuz hazzı arttırabilirsiniz. Fakat hala tüm bunlar bir simülasyondan ibarettir. Makarnanızı suya koyup beklediğiniz zaman simülasyon daha da efektif hale geçer çünkü doyum anına yatırımınızı yapmışsınızdır ve hedefe yakınsınızdır. Bu fantezi dünyasından hep simülasyon diye bahsettim fakat yeterince iyi dizayn edilmiş bir simülasyondan gerçek olanı ayıran şey nedir ondan bahsedeyim. Simülasyona yapılan yatırımla gerçekliğe(nesneye) yapılan yatırım arasında büyük fark vardır, simülasyon bir nesne olmadığı için dürtüyü tam olarak kandırmaya yetmez, organik uyaran olmadığı için beynin gereken yerlerine gereken sinyaller iletilmez, ikiyle ikinin toplamının dört olmadığı sonuçlardan mahrum kalırsınız. Bütün bu süreç geçtikten sonra ya yemeğinizin tadı rezalet olmuşsa? Gerçek bir yatırım yaparken paranız batarsa arada geçen süreç size bir şey kazandırmaz ama buradaki yatırımda bu haz simülasyonları size çok şey kazandırabilir. Gerçeğine çok yakın doyumlar yaşayabilir hatta gerçek olana ilginizi bile kaybedebilirsiniz. İki liralik iddia kuponu ile milyarder olmak gibi. Yemeğin tadı rezalet olmuş olsa bile bütün bu yatırım sürecinin sonucuna bağladığınız koca bir umut vardır ve elinizde makarna oldukça umut hep olacaktır. Belki de haz simülasyonunu bu kadar gerçekçi yapan en önemli şeydir umut. Peki ya makarnamız,domatesimiz veya paramız yoksa? Bütün bu süreci hayal edebilir miydik, buna bir umut bağlayabilir miydik, bundan bir haz alabilir miydik? İşte haz simülasyonunu en tehlikeli yapan nokta burasıdır. Biz gördüğümüz her şeyi hafızamıza atarız. Bir şeyi hayal etmek için onu bir kere görmüş olmamız bile yetebilir. Devrin hayal ve umut satıcısı reklamlar bu haz simülasyonunun suistimaline en güzel örnektir. Görmemiş olduğumuz bir şeyi bize göstermek ve bunun üzerine umut aşılamak onların işidir. Dürtünüzün bir anlık o şeyi istemesi bile yeterlidir. Haz simülasyonu başlamış ve iki liralık iddia kuponumuzla kendimizi kandıramayacak hale gelene kadar durmayacaktır. Doyum anınında sahne arkasına geçtiğinden bahsetmiştim. Nesneye yönelmişken giderek artan mantıksızlık hali bize öyle kıyaslar yaptırır ki bazen ne için neyden vazgeçtiğimizi göremeyiz. Belki de en kıymetli şey olan zamanımızı nelere harcadığımızı hep gözden kaçırırız.
     Sigaramı her söndürdüğümde beliren boşluk hissini çoğu doyum anının sonunda yaşadığımı hissediyorum. Bu his herkeste bu şekilde midir emin değilim ama en nihayetinde bir durgunluk olacağı kesindir. Nesnesi aynı olan hazların doruk noktasında devamlı yaşamak çok olası değildir. Dürtünün açlığını boş bir batarya gibi düşünürsek, onu doldurduktan sonra belli bir süre o bataryayı harcamak gerek. İnsanoğlu da bataryasını bu şekilde tekrar tekrar şarj ederek hayatını devam ettirir. Sık tekrarlanan doyumlar gibi hayatta belki de bir kez elde edilebilecek doyumlar vardır. Nadir olanlar hatırlanmaya değer anılar olarak hafızamıza kazınırken diğerleri hatırlanmaya değmeyecek kadar kolay ve tekrar edilebilirler. İşte bu durgunluk anı mantığın tekrar sahne ışıklarını alması için en güzel fırsattır benim için. Çünkü düşünceler üstünden mantık yürütmek zorken eyleme dökülmüş davranışları irdelemek daha kolaydır. Hazzın, nesnenin, yatırımın ve bu yol üstündeki her şeyin nedeni ve nasılı sorgulanabilir. Benim dikkat çekmek istediğim nokta ise bütün bunların amacıyla ilgili. Bütün bu altın vuruşlara ulaşma çabamızın elbette ki nedenleri var fakat amacı nedir? Bataryalarımızı her imkan bulduğumuzda yüzde yüz olana kadar doldurmalı mıyız? İlerlemek için, yaşamak için tam doluluk esas mıdır? Aslında bunların cevabı hayır olacaktır ve bu büyümenin ta kendisidir. Hayatın siyah ve beyaz değil, grinin tonları olduğu anlaşılınca insan nesnelerden, doyumlardan vazgeçmeyi veya yatırımları yarıda bırakmayı öğrenir. Sorun şu ki bizler zordan vazgeçmeyi bir kurtuluş, kolay olanı ise dayanak seçmeyi öğrenmişizdir aynı zamanda da.Kolay tekrarlanabilir doyumlar bağımlılık haline gelmiş, uzun bir maraton gerektiren nadir doyumlar ise kolayca vazgeçilebilir olur. Örneğin dünya turu yapmak için yatırım yapan bir kişi ele alalım. Bunu gerçekleştirmesi için uzunca bir çaba göstermesi gerektirdiğini varsayalım. Yolun bir noktasında yorulup bu hayalini egede bir sahilde kısa bir tatil için yarıda kestiğini de varsayalım. Bu kişi, nesnesinin bir benzeriyle yaşadığı doyumun ona yine de inanılmaz bir zevk ve mutluluk vermesiyle asıl hedefinden vazgeçmeye daha yatkın olacaktır. Tekrar tekrar farklı sahillerde kısa tatiller yaparak bataryasını bu şekilde doldurup asıl isteğinden tamamen vazgeçecektir. Buna doyumun versiyonları diyebiliriz. Yani doyum nesnesi değiştirilebilir veya yansıtılabilir bir şeydir. Kişi hayalini kurduğu fakat hiç hazzını yaşamadığı bir şeyi başka bir şeyle tatmin etmiştir. İkisinde de bataryası dolacaktı keza. O zaman en başta nadir bir doyumun peşinde gitmenin amacı neydi? Bataryayı daha sık doldurmak daha mantıklı değil mi? Bu sorunun cevabını bir tecavüzcünün neden tecavüze ihtiyaç duyduğunu söyleyerek verebilirim. Parayla devam ettirilebilecek veya bir eş ile sıkça doyurulabilecek bir cinsel ihtiyacı olan adamın bu suçu işlemesinin tek nedeni var. Dürtünün sabit olması. Kişi nesnesini ne kadar değişitirirse değiştirirsen dürtü hep aynı kalacaktır. Libidasyon ve agresyon diye iki temele dürtüye bağlanmış dürtülerin hepsinin buradan geliştiği varsayılır. Sonuç olarak da ne kadar kandırırsanız kandırın hep orada kalacaklardır. Patlamayı bekleyen bir bomba gibi. Her insanın bombası içinde bir şekilde onunla beraber yaşar. Günümüz dünyasında ise aza tamah ederek çoktan vazgeçmiş bizlerin gözlerinin önünde her yerde hatırlatıcılar vardır. İstediğiniz hayatı yaşayan, istediğiniz şeylere sahip olan, istediğiniz konumu elinde tutan insanlar her yerdeler ve bunu paylaşıyorlar. Bombalarımızı tetikleyen bu hatırlatıcılar kimisinde azime, hırsa kimisindeyse depresyon ve tükenmişliğe sebep oluyor. İki türlü de harap olan yine insanoğlu oluyor. Halbuki en baştaki soruya gelelim, bütün bunların amacı neydi? Neden her öğün kuru ekmek yerine arada soslu makarna? Neden dünya turu? Neden tatil? Her şey kendimize bir ödül mü? Her şey bataryayı doldurmak için mi? Yoksa geçip gidecek doyum anının sarhoşluğunu yaşamak için mi?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder